Kategoriler

30 Haziran 2013 Pazar

Barcelona-Madrid-Granada-Cordoba-Seville-Milano-Venezia


Herkese uzun bir aradan sonra merhaba. Yaklaşık 1,5 aydır yazamıyordum çünkü hastalıklarla ve finallerle boğuşuyordum. Kolay kolay hasta olmayan ve hastanenin yolunu bilmeyen ben, Budapeşte’deki yetersiz öğrenci beslenmesine maruz kalmaya bağlı olaraktan hasta da oldum. Neyse sıkıntısız bir şekilde işin içinden sıyrıldım. Ve bu sıcak haziran gününde, Budapeşte’de iken planlayıp kırismıs tatilinde yaptığım İspanya+İtalya tatilimden bahsedeceğim.

İlk olarak kafamda İspanya ya da İtalya’ya gitmek vardı. Çünkü diğer gittiğim yerler dışında merak ettiğim bölgelerdi. Ama nereden hangi şehirden başlayacağımı bi türlü netleştirememiştim. Çünkü İspanya ya da İtalya’ya Budapeşte’den hangi şehirden gidersem gidiyim ya çok pahalı oluyordu ya da uygunsuz bir saatte oluyordu. O yüzden karışık bir durum hakimdi. Bir gün okuldan gelince internette vakit geçirirken Ryanair’e girdim ve 21 Aralık tarihinde 18:20 Budapest-Barcelona biletinin 4330huf yani yaklaşık 15€ olduğunu gördüm ve son bir bilet yazıyordu. Hemen kredi kartımı kaptım ve bileti aldım. :) Başlangıç noktam belli olmuştu, Barça. Sonrasında ise İspanya’da gezmek istediğim yerleri gezip İspanya’dan İtalya’ya bir bilet ve İtalya’dan da Budapeşte’ye dönüşte ucuza bir bilet bulmak ve bunlar 11-12 güne sığdırmam gerekiyordu. Çünkü 3 Ocak’da ekonomi sınavım vardı.

Bu bileti alınca evdeki Kübalı arkadaşım da Madrid’de yaşadığı için ona İspanya içi ulaşımı en ucuz hangi firma ile sağlarım diye sordum. O da bana Avanza ve ALSA’yı önerdi. Ben ise ALSA’yı tercih ettim çünkü hem fiyatlar daha uygun hem de her noktadan hemen her noktaya uygun saatlerde otobüs bulmak mümkündü. Ama şöyle bir sorun vardı ALSA’da; eğer biletleri internet üzerinedn alırsanız bilet fiyatına +2,54€ ekleme yapıyorlar. Benim de kafamda planladığıma göre 4 veya 5 kere otobüse binmem gerekecekti. Dolayısıyla bu paraya boş yere kaybetmektense biletleri oradan alayım diye düşündüm. Ulises’e ordan alsam nasıl olur diye sorunca, büyük ihtimal daha pahalı olur ve belki bi ihtimal yer bulamayabilirsin, en garantisi internetten almak şeklinde yanıt verdi. Ama ben birazda risk alarak biletleri online olarka almaldım. Ama ALSA’nın sitesinde hangi saatte nerden nereye otobüs olduğu ve fiyatları yazıyordu. Rotamı ve yanıma alacağım parayı da buna göre yaklaşık olarak ayarladım tabii.



İlk olarak 2 geceliğine Barcelona’da hostel bakmaya başladım ve fiyatlar diğer yerler göre bana uygun geldi. 6-7€’ya gayet güzel hosteller var Barcelona’da. Bunlardan bana en uygun olanını seçtim ve 2 gecelik rezervasyonu uçaktan ineceğim akşam ve ertesi akşam için yaptım. Toplam 14€ ödedim ki gayet uygun bir fiyat. Gideceğim rotayı ise çu şekilde belirlemiştim: Barcelona’da işlemi tamamladıktan sonrasını ALSA ile halledecektim ama İtalya’ya nasıl gidecek ve İtalya’dan Budapeşte’ye kazık yemeden nasıl dönecektim? Asıl soru buydu. Dönüş için Madrid’den, Malaga’dan ve Seville’dan biletler baktım ama yine de aradığım ucuzluğu bulamadım. İtalya’ya geçsem bile 2 şehir arası İtalya’dan kampanyalı tren bileti almazsanız fiyatlar 40€ civarında seyrediyor. Bütün bu sorular kafamda dolaşırken Venedik’ten Budapeşte’ye 1 Ocak akşamına 33€’ya bilet buldum ve aldım. Böylelikle dönüş noktamı da belirlemiş oldum.

Diyebilirsiniz ki 33€’luk biletin neresi ucuz? Daha ucuz biletler illaki oluyor ama maliyet hesabı yaparken toplam olark düşünmekte fayda var. Nasıl yani diyenler olursa şöyle ki, diyelim başka bir saate alıyorsunuz ama sabahın 9unda bilet var. Gece hostelde kalmak için boş yere para veriyosunuz bunu da bilet hesabına saymak gerek çünkü o gece uyuyup saba hemen uçağa biniyorsunuz ve gezme fırsatı olmuyor. Ya da gece geç saate ya da sabah erken saate oluyor bilet ve dolayısıyla havaalanına gidecek otobüs shuttle vs olmayınca taksi vb. Sorunlar yaşayacağını için toplamda harcayacağınız para artıyor. Bu yönden bakıldığı zaman uygun bir fiyat diyorum ben. Ha tabii ki 10€’ya bilet vardı da biz mi almadık. :)


Başlangıç ve dönüş noklatalarımı belirlemiştim. İtalya’da Roma’yı ayrıca gezmek istediğim için araya sıkıştırmak istemedim. Çünkü Roma için 1-2 gün yetmezdi. O yüzden diğer bir büyük şehir olan Milano rotamdaydı. Fazla ücret ödememek için öncelikle trainitalia’dan Milano-Venezia tren biletini uygun fiyata almam gerekiyordu. İspanya’dan da Milano’ya bi şekilde gelecektim artık. :) 30 Aralık gününe 9e’ya kampanyalı bir bilet buldum ve hemen aldım. Burda hemen aldım yazdığıma bakmayın, o kadar araştırıp zaman ayırdıktan sonra oluyor bütün bunlar. Daha sonra ise geriye ulaşım anlamında tek bir sorunumun kalmıştı, İspanya’dan Milano’ya gidebilmek. Biraz da içime sinmese de  28 Aralık gününe 20:35-23:15 Seville-Milano uçağına bilet bulup aldım. İçime sinmeyen nokta Seville değil, çünkü İspanya’da asıl görmek istediğim noktalardan birisi de Endülüs Uygarlığı idi. İçime sinmeyen nokta uçağın Milano’ya iniş saati ve sonrasında havaalanından şehir merkezine oradan da hostele ulaşabilmek vardı. İspanya’dan İtalya’ya geçişi, İtalya içi ulaşımı ve İtalya’dan Budapeşte’ye dönüşü hallettikten sonra İspanya içi rotamı kafamdan kağıda dökme kısmına geçtim. 


Rotam şu şekilde netleşti: Budapest-Barcelona-Madrid-Granada-Cordoba-Sevilla-Milano-Venezia-Budapest.


Ulaşım olarak elimde tek bileti olmayan kısım İspanya içi ulaşımın biletleriydi onları da oradaki otobüs terminallerinden alacaktım. Ulaşım olarak sorunumu çözdükten sonra geldi ikinci büyük kısma; konaklama. 

Ve hostelleri ayarlama kısmına geçtim. Barça’ya geceliği 14€’dan almıştım zaten. Madrid’e geceliği 11€, Cordoba’da geceliği 13€, Seville’de geceliği 11€’dan İspanya’daki konaklamayı hallettim. Daha sonra ise Milano ve Venezia’daki konaklama kısmına geçtim. Ben size burda olayları çok basit ve kısa zamanda oluyormuş gibi yazıyorum çünkü okurken ayrıntılarla uğraşmak sıkabilir diye. Ben bu planı kırismıs tatiline yaklaşık 1-1,5 ay kala yapmış ve fiyatları ona göre ayarlamıştım. Planlarım uyguladığım “minimum maliyet maximum gezi” düşüncesini burada da uyguluyordum ama bu kadar ayrıntılı ve uzun bir planda hesaba katılmadık hiç bir şey olmadığını düşünüyordum ki. Tek bir hata yaptığımı gördüm. O hata ise yılbaşı gecesi yani 30u 31e bağlayan aralık gecesi ve 31 aralığı 1 ocağa bağlayan geceleri Venedik’te geçirirken ödeyeceğim hostel paralarının yüksek fiyatlarda olacağı idi. Neden yüksek? Çünkü yılbaşı gecesini böyle özel şehirlerde geçirmek isteyen insan sayısı artıyor ve haliyle otellerde arz-talep çerçevesinde fiyatları maximuma çekiyor. Normal’de geceliği 15-20€ olan Venedik’teki hosteller (normalde de pahalı zaten :)) geceliği en ucuza olan 55-60€ civarındaydı. Ve ne yapacağımı bilmez hal kaldım.  Milano’da ise 2 geceliğine 22€’ya bir hostel buldum ve rezervasyonu yaptım ama Milano’da ise gece 00:45’de şehir merkezinde olacaktım ve oradan da hostele gidecektim. Bu da başlı başına bir sorundu. Yani kısacası İtalya seferim sorunlu başlayıp sıkıntılı geçecek gibi duruyor ama tam aksine İspanya seferimde ise en ufak bir kusur gözükmüyordu. Venedik için tabii ki de rezervasyon yaptırmadım ve gerekirse tren istasyonunda yatarım dedim ama en son tren saat 23’deydi. Yani o planda yattı ama 2 geceliğine 120€ vermektense sabaha kadar sokaklarda gezerim yine de vermem dedim ve o işi muallakta bırakıp ve Allah Kerim deyip göreceğim yerlerin listesini yapmaya başladım. :)



21 Aralık akşamı geldi ve havaalanına gidip uçağa bindim ve saat 9 civarı Barcelona’ya indim ama hava olarak acayip bi fark vardı. Budapeşte’de doğalgaz yaktığımız halde donarken Barcelona’da ise tam bir yaz havası vardı. Sıcak sıcak rüzgar esiyordu ve bu da çok hoşuma gitti, her ne kadar ayaklarımda kar yağma ihtimaline karşın botlarım olsada. İnternetten daha önce baktığım gibi şehir merkezi olan Plasa Katalunya’ya giden otobüs shuttle’ına 5€ ödeyip biletimi aldım. Otobüsün camları açık olarak serin serin gidiyorduk. Sanki buraya kış hiç uğramamışçasına. Yaklaşık 45 dakika sonra merkeze vardık ve otobüsten indiğim yerden kalacağım hostel yürüyerek 10 dakika civarındaydı. Akşam dışaraı çıkmaı düşünmüyordum ve gidip yatıp sabah erkenden şehri gezmeye başlayacaktım. Hosteli bulup 2 gecelik parayı ödedikten sonra odama çıktım ve ben yerleşirken 25-30 yaşlarında bir Amerikalı ve daha sonra da arkadaşları geldi. Onunla 15-20 dakika sohbet ettikten sonra yattım.


Sabah hostelden çıktım ve inanılmaz güzel bir havası vardı şehrin. İlk izlenim olarak mükemmel geldi bana. Gördüğüm şehirler arasında hemen ilk 3’te kendine yer buldu Barça. Şehri gezmeye başlamadan önce ilk işim otobüs terminaline gitmek oldu. Neden diye soranlar için cevap; İspanya içi otobüs ulaşımı için ALSA’dan Madrid biletini almak. Terminale gittiğimde işim gerçekten beklediğimden daha kolay ve hızlı gerçekleşti. ALSA firması terminalin içine bizde bankalarda sıra beklemek için sıra fişi aldığımız dokunmatik aletlerden koymuş. Bu makineden hangi gün, hangi saatte, nerden nereye gideceğinizi seçiyorsunuz , parayı yerine koyuyorsunuz ve biletinizi ufak bir fiş gibi veriyor. Madrid’e gitmek için gece otobüsünden biletimi alacaktım ve sabah 7’de Madrid’e ulaşım akşama kadar gezip sonra geceyi hostelde geçirecektim. İster şans deyin ister Allah’ın yardımı, o gün Barcelona’dan Madrid’e sadece tek bir bilet kalmıştı ve o da saat 23:30’da benim almak istediğim otobüsteydi. Ne başak firma gidiyordu ne de başka otobüs. Hemn bileti aldım ve kendi kendime güldüm. Millet garipsedi ama benim umrumda bile değil. :) Daha sonra Madrid-Granada, Granada-Cordoba ve Cordoba-Seville biletlerini istediğim saatlerde aldım ve bütün İspanya içi biletlerimi cüzdanıma koydum ve bu rahatlıkla gezmeme başlayabilirdim.


Barcelona ve Madrid büyük olduğu için onlara 2 tam gün ayırmıştım. Yani 22 ve 23 Aralık Barcelona’ya aitti. Yorulana kadar gezecektim tabii ki. Hostelden aldığım haritayla gezmeye başladım. Aşağıdaki fotoğraftan da anlaşılacağı gibi Barselona’daki Katalanlar milliyetçi insanlar...






Şehirde görülecek fazlaca mekan var. Hem tarihi olsun hem deşehrin genel dokusu olsun fazlaca. Barselona ekonomik olarak Madrid’den üstün. Bizdeki İstanbul-Ankara ikilisi gibi bir ilişkileri var. Ama Katalanlarda aşırı bir ırkçılık veya Madrid yönetimini tanımama gibi bir olay yok.






Şehir geniş caddeleri, temiz sokakları ve meyve dolu ağaçları gerçekten düzenli ve temiz bir yapıya sahip. Bende gün boyu şehri gezdim, fotoğraf çektim ve tabii ki evdekiler için hediyelikler aldım. Hediyelikleri çinli satıcılardan daha ucuza alabilisiniz ama marka takıntınız yoksa. Bizdeki “yağ satarım bal satarım” ın Katalan versiyonu. :)













Barcelona’nın plajı da görmeye değer. Her ne kadar ben kış ayında gitmiş ve botlarla plajda dolaşmış olsam da Barcelona’da bulunduğum süre boyunca sıcaklık 22-24 derece civarında seyretti ve seyahatim boyunca beni mükemmel derecede memnun etti.






Barselona ve İspanya’nın genelinde gördüğüm ve bana enteresan gelen bir durumda meyve dolu ağaçlar. Şehrin görünümüne ayrı bir hava kattıkları gerçek.






Aşağıdaki apartmanlar gibilerini hemen her sokakta görmeniz olası.






Aşağıda fotoğrafını koyduğum katedral ise La Sagrada Família. 1882 yılında yapımına başlanmış ve 2022 yılında inşâsının bitirilmesi planlanıyormuş. Eşine az rastlanır bir olay bence. Ayrıntı isi wiki lütfen. :)




Gün boyunca şehri bir baştan bir başa yürüyerek dolaştım ve görülecek, gidilecek her yere gittim ve gerçekten Barselona görülmeye değer.












Akşam hostele döndüm ve biraz dinlendikten sonra dışarı çıktım. Bir de Barselona’yı akşam göreyim dedim. Akşamları gerçekten çok hoş oluyor. Sıcak bir rüzgar esiyor caddelerde ve gündüz vakti sokaktaki insan sayısı geceden daha az. Sokaklar, caddeler dopdolu. Akşam gezdikten ve iyice yorulduktan sonra hostele yavaş yavaş geri döndüm. Hostelde yatağa uzanmış dinlenirken alt yatağa 25-30 yaşlarında birisi geldi. Dış görünüş olarak Türk zannettim. Daha sonra selam verdi ve konuşmaya başladık ve arkadaşın Fransa’da kimya mühendisliği okuyan bir Faslı müslüman olduğunu öğrendim. O da Paris’ten Barselona’ya gelip oradan kendi ülkesine gidiyormuş çünkü Paris’ten direkt olarak Fas’a gitmek daha pahalıymış. Baya bi sohmet ettikten sonra istersen yarın beraber gezelim benimde uçağım akşama zaten dedi. Anlaştıktan sonra yattım.



Sabah beraber kahvaltı ettikten sonra hostelden çıkıp gezmeye başladık. Gezilecek ana mekanları bitirmiştim aslında ama hem şehrin havasını yaşamak hem de dokusunu görebilmek adına gezmek hoşuma gidiyordu. Sıcak dünkü gibi 22-23 derece civarındaydı. Pazar sabahı olduğu için sessiz ve sakin bi hava hakimdi şehirde. Öğleden sonra daha da canlandı elbette. Beraber gezerken ve tarihi-turistik yerleri gezerken bir yandan da ülkelerimiz ve birbirimiz üzerine sohbet ediyorduk. Gezerken bizim Türkiye’deki gibi açık bir pazara denk geldik ve muz fiyatları bana çok uygun geldi Kilosu 1€’du. 2 tane muz aldım ve beraberce yedik. Her ne kadar Barselona’da olsam da Türk misafirperverliği gösterdim. :) Ama eğer Barselona’ya uğrarsanız kesinlikle ve kesinlikle muz yemenizi tavsiye ederim. Hem tadı mükemmel, hem karnı tok tutuyor, hem temiz olup olmama sorunu yok, hem de gezmeniz için gerekli enerjiyi size veriyor.

Gün boyu gezikten sonra arkadaşımla vedalaştım ve biribirimize tam isimlerimizi verdik ki facebook’dan ekeleyebilelim. Ayrıldıktan sonra serbest stil takılmaya başladım. Çünkü otobüsüm 23:30’daydı ve yorulana kadar gezebilirdim. İspanya’da genel bir durum olan insanların rahatlığı ve umursamazlıkları da gözümden kaçmadı. Adamların ülkesinde kriz var, işsizlik olmuş %20-25 ama hiç umurlarında değil gibi eğleniyorlar, sokaklarda dans ediyorlar. Bu bana garip gelmişti. Birkaç fotoğraf ile yazımın Barça kısmını sonlandırayım;










 







Akşam otobüs terminaline gittim ve otobüsü beklemeye başladım. Otobüsteki en arkadaki dörtlü koltuktan birisiydi benim koltuğum. Diğer üçüne Amerikalı bir aile oturmuştu. İspanya’da yaşayan kızlarını tatile gelmişlerdi. Ben yorgunluktan uyumak üzereydim ama teyzeyle baya bi sohbet ettim. En sonunda dedim ki, teyze çok yorgunum müsadenle uyumak istiyorum dedim ve sohbeti bitirdim. Çünkü teyze bana Amerika’da yaptığı işlerden, poltikadan, eğitim ve sağlı sisteminden vs vs. Bahsediyordu ve susmaya niyeti yok gibiydi. :) Yorgun olmasan sohbet etmekten kaçacak birisi değilimdir.



Sabah 07:30’da Madrid’e ulaştıktan sonra elimdeki yol tarifiyle hostele ulaştım. Bu arada Madrid metrosuna her anlamda tebriklerimi iletiyorum. İnşallah en kısa zaman bizim Angara da böyle bir metroya kavuşur. Hostelde tek geceliğine girişimi yaptım ve eşyalarımı dolabıma kitledikten sonra hostelden aldığım şehir haritasını kullanarak gezmeye başladım. Yazımın başında da bahsettiğim gibi Barça-Madrid arasındaki ilişki tam olarak İstanbul-ankara ilişkisiyle aynı. Barselona kadar turistik değil ama yine de görülmeye değer, özellikle de futbolseverler adına.



Madrid’de bu gece kaldıktan sonra ertesi gece saat 01:00-06:00 otobüsüyle Granada’ya gidecektim. Madrid’de Ankara kadar olmasa da soğukluk vardı ama bu etki Barselona’dan Madrid’e geldiğim için oldu sanıyorum. Yaz ayından sonbahar ayına geçmek gibi bir şey oldu benim için. Budapeşte’deyken arkadaşım Ulises Madrid’e gelince beni ara beraber eğlenelim demişti ama eğlence anlayışımız farklı olduğu için arama gereği hissetmedim. Ve yalnız başıma gezmeye başladım.

Barselona için uyguladığım taktiği Madrid için de uygulayacaktım. Akşama kadar gezip hostele dönmek, sonra da akşam dışarı çıkmak. Madrid’de tarihi-turistik anlamda Barselona’ya kıyasla pek fazla bir şey yok. Ama geldiğim ülkenin başkentini de görmeden dönmek olmazdı tabii. Bir kaç ünlü meydan, saraylar, eski Mısır’dan kalma antikler, 2 tane çok büyük ve önemli stadyum vb..














Madrid’de akşam gezisi de yaptıktan sonra gece hostelde temiz bir uyku çektim ve sabahtan çantamı alıp hostelden çıktım. İlk hedefimde Real Madrid’in Santiago Bernabeu’su vardı. :) Metro ile her yere aktarma yaparak ulaşmanız mümkün. Şahsen ben Madrid’li olsam, alırım aylık metro kartını arabaya bile gerek duydum. Son derece kolay ve rahat. Granada’ya gidecek olan otobüsüm gece saat 01:00’daydı. Yani tüm gün Madrid’i gezmeye devam edecetim ve öyle de oldu. Yavaş yavaş sindire sindire Madrid’i de bitirdim.

















 








Gece otobüsümün gelmesini Madrid terminalinde sıkıla sıkıla bekledikten sonra otobüse bindim ve hemen uykuya daldım. Bu kısmın sonunda aklında hâla sorusu olan varsa, “madrid mi barça mı” diye; tartışmaya gerek olmadan cevap çok net: “BARCELONA”



Sabah otobüsten indikten sonra İspanya için küçük sayılan ama Endülüs için dev bir şehir olan Granada’da yani Gırnata’daydım. :) Endülüs ile ilgili yazmaya başlamadan önce size şunu gayet açık ve net bir şekilde söyleyebilirim ki, İspanya’ya gelipte buraları görmeden sakın dönmeyin; çok büyük pişmanlık yaşarsınız. Özellikle benim gibi İslam kültür ve medeniyetine meraklı bir yapınız varsa kesinlikle görmelisiniz, belgesellerde izlediğimizden çok farklı oluyor gözle görmek.



Sabah otobüsten indiğimde tekrardan o Barselona’daki hoş sıcak hava ile karşılaştım. Terminalden içeri girdiğinizde direkt “tourist info”yu görüyorsunuz. Üzerinde saat 8’de açılacaktır yazıyordu ve bende yaklaşık 1-1,5 saat  içerdeki kafede kahve içtikten sonra bekledim ama daha sonra dayanamayıp info’nun önünde kolilerde duran Granada şehir haritasında bir tane alarak terminalden çıktım. Terminalin önünde sadece bir tane otobüs durağı vardı ama hangi numaralı otobüsün şehir merkezine gideceğini birsine sorduktan sonra otobüse bindim ve 1,25€ ödeyerek 15-20 dk. Sonra şehir merkezine ulaştım. Aslında şehirde görmek istediğim şey herkesin mâlumu olduğu üzere “El-Hamra Sarayı”. Ama oraya uzunca vakit ayırabilmek için önce şehri ve şehirdeki birkaç tane kilise vb. tarihi yeri gezdikten sonra saat 11 gibi El Hamra için tırmanmaya başladım.







Girişi geldiğinizde bilet almak için bekleyen kuyrukla karşılacaksınız çünkü bu şehre gelenler burayı ziyaret etme amacındalar, tıpkı benim gibi. Grişte önceden rezervasyon yaptıranları ayrı bir kısımdan ve bekletmeden alıyorlar. Bende sıramı bekledim. Normalde 12€ olan giriş ücreti öğrenciye 8€ idi ama bilet gişesindeki kişiyi AB’de öğrenci olduğuma inandıramayınca mecburen 12€ ödedim ve içeri girişimi yaptım. Bileti aldım ama üzerini hiç incelemeden cebe attım. Biletin yanında sizin El Hamrayı gezerken daha kolay gezmeniz ve de nereyi gezdiğinizi bilmeniz için açıklamalı bir harita veriyorlar. Bende direkt ona bakarak 3 parçaya bölünmüş haritadan 1 numaralı olan bölgeyeyle gezmeye başladım. Bütün günümü El Hamra’yı gezmek üzerine kurduğum için acele etmeme gerek yoktu ve inceleye inceleye gezebilirdim. İlk bölgede kuleye çıkıyorsunuz ve o muhteşem manzarayla karşılaşıyorsunuz. Birazcık fotoğraf molası verelim. :) 





Bu 3 ayrı bölgenin önünde görevliler bekliyor ve elinizdeki biletin barkodunu okutuyorlar ve bir daha o bölgeye girme hakkınız olmuyor. Her bölgeye yalnızca bir giriş hakkınız var ve biletin üzerinde yaklaşık gezme süresi 2,5-3 saat yazıyor. (Her ne kadar bunu gezimin sonunda görsemde :)) Bende herkes gibi birinci kısıma girerken barkodumu okutmuştum ve bu kısımda 1-1,5 saat oyalana oyalana ve inceleye inceleye gezdikten sonra 2. Kısıma yani “saray”a girme sırası gelmişti. Ama nedenini anlamadığım şekilde sarayın önünde elinde bilet olan insanlar kuyrukta bekliyorladı. Bende beklemeye başladım tabii. İçeriye yaklaşık 20 kişilik gruplar halinde alıyorlardı. Sıra bana geldi ve biletimi uzattım. Görevli bana “impösibıl” dedi. Bende şaşırdım ve neden imkansız dedim. Adamın bana İngilizce olarka söyleyebildiği tek şey bu kelimeydi ve ben hem sinirlendim hemde ne olduğunu anlamadan o kadar boşa mı bekledim diye düşünüyordum. Ama telsizinden bir şeylet söyledi ve sonunda İngilizce konuşan bi adam geldi ve bana biletin üzerinde yazan saati gösterdi. Meğersem o üzerinde yazan saatte 2. Nolu kısımda yani sarayda olmam gerekiyormuş. Önce oraya girip daha sonra 1 ve 3e geçmem gerekiyormuş. Bende bunu bilmediğim için uzun uzadıya kuleyi gezmiştim ve biletin zamanı geçmişti. Adamla yarı tartışmalı yarı anlaşmalı bir şekilde 10-15 dk. geçirdikten sonra bana danışmaya gitmemi ve onlarla görüşmemi, bi ihtimal biletimi yenileyebileceklerini söyledi. Beni o kadar yol gelip sırf burayı görmek için uğraştıktan ve parasını verdikten sonra görememe endişesi sarmıştı. Kızmış bir şekilde söylene söylene danışmayı buldum ve içeri girdiğimde benim geleceğimden haberdar şekilde bekliyorlardı. Belli ki eleman telsizden haber etmiş. :) O sinirle içeri girdim ama orada 2 bayan çok yumuşak ve anlayışlı bir şekilde biletinizi hemen yenileyelim şeklinde konuşunca bende rahatladım. Biletimi 2 dakikada yenilediler ve 30 dakika içerisinde sarayın önünde olmam gerektiğini de gülümseyerek hatırlattılar ve bende oradan ayrıldım. 

Aslında burda hata bende diyebilirim. Çünkü biletin üzerinde bununla ilgili bir ibare varmış ve ben dikkat etmeden direkt cebime attım. Ben kuleyi ağar ağar gezerken milletin neden aceleci davrandığını da anlamış oldum. Her neyse, sıra yine bana geldi ve bu sefer barkodu sorunsuz okutan görevliye bakış ataraktan içeri girdim. :)



Bu olay beni biraz endişeye sevketse de kimsenin gezmediği kadar uzunca bir süre El Hamra’yı gezme fırsatı yakalamış oldum. Saraya girdim ve o belgesellere konu olan muhteşemliği gözlerimle görmenin zevkini yaşadım. Tam anlamıyla bir sanat eseri ve mühendislik harikası. Suyun kullanılma teknikleri, ışık oyunlar, motifler ve muhteşem bahçeler... saray tam anlamıyla görülmeye değer. Bunu da fotoğraflarla hemen destekleyeyim.
















Kuleden sonra sarayı da uzun uzadıya gezdikten sonra son olarak 3. Kısım kalmıştı yani o meşhur bahçeler. Sultanın eşiyle beraber yürüyüş yaptıkları ve “cennet” olarak nitelendirilen o yerleri. Vaktim bol olduğu için orada da baya süre harcadım. El Hamra’dan çıktığımda saat akşam 5 civarıydı. Tahmini gezme süresinin 2 katı sürede gezmiştim yani içerisini. Alt tarafı bi saray ne var bu kadar saat gezilecek diyen varsa, bellgesellerde anlatılan o incelikleri ve daha birsürü ayrıntıyı yerinde görmek gerçekten çok hoş bir aytıntıydı benim için.  Cordoba’ya olan otobüsüm saat 19:00-21:30 arasındaydı. Şehir merkezinde gezinerek ve hediyeler alarak, terminale gidecek olan otobüsün durağını buldum ve terminele gidip otobüsümü bekledikten sonra otobüse bindim. Bu yolculuk için ALSA’ya olan borcum ise 14€ idi. Akşam indikten osnra şehir merkezine gidip hosteli bulduktan sonra yatacaktım ve sabah erkenden gezmeye başlayacaktım.

Klasik bir İspanya akşamıydı diyebilirim, yani ne demek bu? Bu demektir ki saat akşam 10 olmasına rağmen sokaklarda alışık olmadığım bir kalabalık vardı. Kalabalığın arasından geçerekten hostelimi buldum ve giriş yaptırıp şehir haritasını da aldım. Odama girdiğimde (3 yataklı bir hostel odasıydı.) diğer 2 yatak doluydu ve birinde “galiba bu arkadaş Arap” diye düşündüğüm esmer, sakallı birisi vardı. Selam verip geçtik sonra eşyalarımı yerleştirirken pasaportumu görünce hemen yanıma geldi ve “bende müslümanım ve hindistan’dan geldim.” deyince çok sevindim ve baya bir muhabbet ettik. Bana gezilmesi gereken yerleri kendince gösterdi ve bu şehirdeki mescidlerin yerini de sağolsun haritada işaretledi. Diğer yatakta duran arkadaş ise Türk’müş ve bana sorduğu şu soruyla beni benden almıştı, halâ aklıma geldikçe gülüyorum: “ar yu törkiş” :D Ya belki de bir Türk’e sorulacak en son soru budur diye düşünüyorum. Adam Türkse ne diyecek, “yea ayem törkiş” mi :) Baya bi sohbet ettikten ve gerekli bilgileri aldıktan sonra yorgun olduğumu ve yatacağımı söyledim ve yattım. Ama edindiğim en önemli bilgi ise Cordoba’da olan Medinetul Zehra’ya giden otobüslerin günde sadece 2 sefer olduğunu ve saatlerini öğrendim. Öğrenmeseydi oraya gidemeden Cordoba’dan ayrılacaktım. Diğer Türk olan arkadaş gidememişti mesela ve dert yanıyordu nasıl gidemedim diye. Sabah uyandıktan sonra hazırlardım ve anahtarı teslim edip hostelden ayrıldım. Kahvaltım her zaman olduğu gibi muzdu. Çünkü hem ucuzdu, hem tadi mükemmeldi ve hem de her yerde bulabilirdi.



Cordoba’da yani Kurtuba’da görülecek yerlerin başlıcaları; Kurtuba Camii, (her ne kadar artık camilikle alakası kalmamış olsada) Medinetul Zehra ve muhteşem Al-Kazar bahçeleri. Kurtuba bilindiği üzere Endülüs’ün İstanbul’uydu yani başkentiydi. Ve muhteşem bahçelerle bezenmiş bir şehir. Tam bir Endülüs şehri ve en az Gırnata kadar görülmeye değer bir şehir. Bana soracak olursanız mutlaka görmeniz gereken şehirlerden biridir. Kurtuba Cami’nin sütunları, M.Z.’nın o tarihi havası ve Al Kazar’ın hiç bir yerde göremeyeceğiniz güzellikteki bahçelerine bir gözatın derim.














Gelelim işin fiyat kısmısına. Hosteldeki arkadaştan öğrendiğim ve uyguladığım üzere, Kutuba cami sabah 9-11 arası ücretsiz daha sonra paralı oluyor. Bahçelere giriş ise tam 8€ öğrenci 2€ ve öğrenci olarak 2€’ya girmiştim. Tarihi kalıntıları görmek ise toplamda 13,5€ fiyatıyla. Otobüs gidiş-dönüş ve giriş ücreti şeklindeydi. Gün boyu gezindikten ve haritladaki mekanları da gördükten sonra 18:45’deki Seville otobüsüne bindim ve bu yolculuk için ise ALSA’ya 12€ ödemiştim. 

Saat 21:45 gibi Seville’da olacaktım ve yine aynı taktikle şehir merkezine gidip, hosteli bulup yatacaktım ve sabah erken gezip akşamda uçağa binip İtalya’ya Milano’ya geçecektim. Böylelikle İspanya maceram da sonlanacaktı. Otobüsten indikten sonra yine akşam vakti olmasına rağmen her taraf insan kaynıyordu. Bu sefer yorgunluktan mıdır nedir, hosteli bulmakta zorlandım ve yolda gördüğüm ve haritaya bakan uzun saçlı iki kişiye adresi sordum. Onlarda Bilbao’dan buraya gezmeye gelmişlerdi ve onlarda yabancıydı. Sohbet ede ede ve onlarda başkalarına İspanyolca soraraktan hostelin kapasına kadar bana eşlik ettiler sağolsunlar. Yardımseverlikte ve sıcakkanlılıkta, Erasmus yaptığım süre boyunca sadece İspanyollar’ı ve Boşnakları bize yakın hissettim. Diğer sanki daha bi “Avrupalı”ydı.

Hostelciden aldığım haritayla yarın planını yaptıktan sonra yattım. Sabah erkenden kalkıp gezmeye başladım. Yorulduğumu hissettiğim bir sabahtı ama hava da her zamanki gibi muhteşemdi.

Seville’da aslına bakarsanız özellikle şunu görmeliyim dediğim bir yer yoktu. Buraya geliş amacım Milano’ya olan uçak bağlantısıydı. Ama şehri gördükten sonra şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, iyi ki gelmişim. Gerçekten çok hoşuma giden bir şehir oldu, tüm ayrıntılarıyla beraber. Gerek o muhteşem bahçeleri gerek insanlar gerekse şehrin havası ve dokusu muhteşemdi. Ama uçak saati yaklaştıkça da Milano’da gece 1 gibi şehir merkezinde olacaktım ve hosteli bulmak konusunda şüphelerim vardı.
















Seville’yı da gezip bitirdikten sonra akşam 20:35-23:15 Seville-Milano uçağıyla Milano’ya gidecektim. Şehir merkezinden havaalanoına giden otobüse bindim ve havaalanına ulaştım. Uçağa bindikten sonra şehir merkezine giden otobüsler Terravision isimli firma tarafından yapılıyordu. Fiyatı 5€ ve süresi de yaklaşık bir saatti. Buna göre ben saat 00:45’de şehir merkezinde olacaktım ve hostelin yol tarifi ize biraz karışıktı. Şehir merkezine indikten sonra genelde sokaktaki insanlara sorarak veya merkeze yakın hostellerde kalarak hallediyordum ama bu sefer ucuz hostel olması sebebiyle burayı tercih etmiştim.

Gece otobüsten çıktım ve elimde adresle kalakaldım. Çünkü hemen herkes ya taksiye biniyor ya da tanıdıkları ise onları almaya geliyordu. İster şans deyince ister kendine güven, ben nereye gittiğimi bilmeden öylesine Milano sokaklarında gece tek başıma yürüyordum ve belki adres sorabileceğim birisi çıkar diye. Çünkü hostelin yol tarifi gündüz vaktine göre yapılmıştı. Yani bu ne demek? Gündüz çalışan otobüslerle geceleri farklı demekti. Ortada kaldığımın resmiydi yani. :) Yolda yürürken 3-4 kişilik bir grup gördüm ve onlara adres sordum ama sarhoş gibiydiler. Aralarında adresi bilen çıkmayınca telefonla birini arayıp ona sordular, o da bilemedi. Sonra saçma sapakn konuşmaya başladılar yarım yamalak İngilizce’yle. Türk’üm deyince de “selamı aleykummmm” gibi bi tepki verdiler, kendileri de Romenmişler.. Onları öylece bırakıp gittim ve yerde gördüğüm tramvay demirlerini takip ettim. İllaki bir durağı olacaktı bu tramvayın. Sonunda bir durağa ulaştım ve orada durak isimlerinden bişeyler çıkarmaya çalıştım ve hostelin olduğu ara sokağa yakın bir ana caddenin tramvayın durağı olduğunu gördüm. Tramvaya binip o caddeye gidersem eğer hostele büyük ihtimal ulaşırım diye düşünüyordum. Ama yine bir sorun vardı. 2 tane durak vardı. Birisi gidiş diğer ise dönüştü. Yani şöyle anlatayım; 2 durak arasından raylar geçiyor ve bir yön sağa diğer yön sola gidiyor. Ben hangi durakta olduğumu bilmediğim ve herhangi bir yerde durak ismi yazmadığı için ne tarafa gideceğimi bilmiyordum. Saat gecenin bir buçuğu olduğu için duraklarda kimse yoktu ki tarzanca olsa bile sorayım. Daha doğrusu o saatte tramvayın olup olmadığını bile bilmiyordum ama beklemeye karar verdim. Ama hangi yöne bineceğimi yine bilmiyordum. En sonunda “ilk hangi taraftan gelirse ona binecem lan” diye kendi kendime söyledim ve beklemeye devam ettim. 15-20 dk. sonra karşıdan külüstür bir tramvay gözüktü ve ona bindim. –bilet falan yok tabii-



Tramvayda sürücüyle konuşmak imkansız çünkü izole edilmiş bi yerde kullanıyor. Zaten yüzüme bile bakmadı o da ayrı bir mesele. Koca tramvayda sadece sızmak üzere olan birisi vardı ama saat itibariyle normal karşıladım tabii ki. Ona gitmek istediğim adresi gösterdim yarı ayık yarı baygın cebinden iphone çıkardı ve adresi bulmaya çalıştı ama bulamadı. Ben de inmek istediğim durağı ona sordum nerede inebilirim diye ama anlamadı. Daha sonra 10 dk. boyunca tramvayda gittik ama belkide inmem gereken durağı bile geçmiştik, onu bile bilmiyordum. Sonra sarhoş adam bi durakta indi ben ise ona bakakaldım. Yani bu şartlar altında hosteli bulma ihtimalim %1 bile değildi. :)
 

Tramvayda giderken sağa sola bakıyordum, belki aradığım ana caddenin tabelasını görürüm de inerim diye ama bir ley görünmüyordu gece gece. Giderken karşıda genişçe bir dörtyol gördüm ve burası aradığım anayol olabilir ümidiyle orada ratgele indim ve hemen koşarak caddenin isminin yazılı olduğu tabelaya koştum. Öyle ya da böyle sonunda aradığım ana caddeyi bulmuştum ve hostelin olduğu ara sokağın ismini notlarımdan baktım ve 5 dk. sonra hosteli bulmuştum. Gece gece tam bir macera olmuştu benim için. Hostel bir binaydı ve aşağıdan zile 3. Kez basışımda kapıyı açtılar ve ben bu 3. Basışa kadar hosteldekilerin uyumuş olma endişesini de yaşadım. Hostele çıktı ve kapıyı 25-30 yaşların bir erkek ve kadın açtı. Sonra çekin için pasaportumu uzattığımda kaydımı yapacak olan bayan pasaportu aldı ve yanındaki ama eliyle işaret etti. Sizce adam bana ne demiş olabilir? “kardeşim hoşgeldin ya bende türküm” :D O gece olma ihtimali düşük olan ne varsa başıma gelmişti. Hosteli güç bela bulduktan sonra hostelde çalışan görevinin de Türk çıkması işlerimi hızlandırdı ve bu yorgunluğun üzerine hemn gidip yattım. Daha sonra bu arkadaşın, hostelin sahibi olan Mısırlı kişilerin kızıyla evlendiğini ve hep beraber orada yaşadıkları öğrendim.



Sabah uyandıktan sonra resepsiyona gittim ve başörtülü bir teyze orada oturyordu. “günaydın teyze” dedim. Bana garip garip baktı. Ama harbiden Türk zannetmiştim. Meğersem hostelin sahibi Mısırlı amcanın eşiymiş. Daha sonra klasik şehir haritasında yer işaretleme merasimi yapacaktık ki, hostelde harita bitmiş. İstersen yolun karşısındaki büfeden gidip 2€’ya alabilirsin deyince bende gerek görmedim ve internetten turist infonun yerine bakıp metroyla oraya gittim ve oradan bedavaya aldım. Ve gezmeye başladım ama küçük bir ayrıntıyı ıskalamıştım anlaşılan...



Neden Milano’ya gittim diye kendi kendime düşünürken, İtalya’da 3 şehir say deseler herhalde hemen herkes Roma, Venedik ve Milano der. Ben de herhalde bu yaygın düşüncenin bir kurbanı olmuştum. Yarın saat 16:35’de Venedik’e trenim vardı ama bu şehir bu kadar sürede gezilecek neredeyse hiç bir şey yoktu. Şehir merkezinde bir katedral, birkaç tane ünlü sokak, san siro ve alışveriş merkezi ve bazı dükkanlar vardı. Bilmiyorum belki de ben modayla alakası olmayan bir kişi olduğum için böyle gelmiş olabilir ama gördüğüm en rezalet şehirlerden biriydi Milano. İlk gün kendince “ünlü” olan mekanları akşama kadar gezdim ve akşam üzeri hostele geri döndüm. Yarın için ise planım san siro ve 1-2 mekanı daha gezip tren istasyonuna gidip oradan Venedik’e geçmekti.















Hostelde ise yatmaya yakın 3-4 tane arkadaş edindim hemen. Bunlardan biri de Türk idi. Hostelde diğer odalarda kalan Türklerinde sesi “olm bizim burda ne işimiz var yaa” şeklinde geliyordu. Demek ki beğenmeyen bir tek ben değilmişim dedim kendi kendime. Uzun uzadıya yarı Türkçe yarı İngilizce sohbet ettikten sonra yattım.

Sabah hostelden çıkışımı yaptıktan sonra metroyla Duomo’dan San Siro’ya gittim. San Siro ve etrafını da dolandıktan sonra aheste aheste sokaklar gezdim ve saat 15:30 tren istasyonuna gittim ve trenimi beklemeye başladım.








Aslında Venedik’e giderken daha büyük sounlarım vardı. Çünkü hostel rezervasyonum bile yoktu. Çünkü geceliği 60€ vermem imkansızdı. Anlaşılan yine ya macera yaşayacaktım ya da hüsran. Kendimce hostelde kalabilme ihtimalim %10 falan diyordum. Elimde geceliği 55-60e olan 1-2 tane hostelin adresi vardı yola çıkarken ama bununla ilgili bir ayrıntı daha elimde vardı. O da Milano’da hostelden tanıştığım arkadaşın arkadaşları bugün Venedik’ten Milano’ya geleceklerdi ve onlarda bu pahalılıktan yakınmışlar ve “ucuza” bir hostelde kalmışlardı. Ben de hem arkadaşımla vedalaşacaktım hem de onun arkadaşlarının kaldığı hostelin bilgilerini alıp şansımı deneyecektim. Buluştuğumuz zaman öğrendiğim üzere onlar geceliği 25€’dan 2 gece kalmışlardı ve ben de 2 gece kalacaktım ve sokakta kalmaktansa 50€ vermeye razı olmuştum kendi kendime. Tabii oradan olumsuz sonuçlar çıkması durumda ise elimdeki diğer adreslere gidip pazarlık yapacaktım kendimce. Tabii ne kadar pazarlık olursa artık. İtalya serüvenim karambole başlamıştı ve öyle de devam ediyordu.



Venedik’e geldiğimizde trenden indim ve elimde sadece hostelin kısa adresi ve adı vardı. Sora sora yaklaşık bir saatte hosteli anca buldum ve hava da kararmıştı. Yani buradan olmsuz sonuç çıkarsa diğer hostellere gitme ihtimalimnde yok gibi bişeydi. Çünkü Venedik’te sokaklar oldukça karışık ve birbirine benzer yapıda. İçeri girdim selam verdikten sonra rezervasyonunuz var mı dedi resepsiyonist. Bende malesef yok dedim. 2 Geceliğine kalacak yer arıyorum dedim. Adamın bana verdiği cevapla resmen çöktüm. “malesef 3 gün boyunca boş yerimiz yok. Hepsi yılbaşısı sebebiylen dolu” dedi. Ve ben adamın karşısında öylece kalakaldım ve ne yapabileceğimi düşünüyordum ama aklıma gelen hiç bir şey yoktu. Herhalde adam da içinde bu karşımda saf saf neyi bekliyor diye düşünmüştür. Çünkü 4-5 dk. boyunca öylece adamın karşında “duranadam” eylemi yapmuştım. :) galiba sokakta kaldık, al sana macera diye içimden düşünğrekn iyisimi çıkıp gideyim yol üzerinde başka yerler görürsem denerim diye kapıya yöneldim, 3-4 dım attım ve filmler olan o sahne gerçekleşti. “bi saniye kardeşim yanlış tıklamışım 4 kişilik odada 3 kişilik yatak dolu bir yatak boşmuş.” dedi adam ve yüzümde aptal bi gülümseme oluştu tabii.:) tamam o zaman kalıyorum dedim. Ama öyle bi ruh haline girmiştim ki adam 60€ dese 2 geceliğine tamam diyecektim. Sokakta kalmaktansonra 20-30€ kazık yemeyi göze almıştım. Sonra adama 2 geceliği ne kadara yapacaksın dedim ve adam bana 55€ herşey dahil dedi. Ben de “ama benim arkadaşlar 2 gece burda kalmışlar ve sadece 40e ödemişler. Ben onların tavsiyesiyle buraya geldim. Bu fiyat neden böyle?” diye çıkıştım. Adam da bana bu 2 gece yılbaşı gecesi ve dünyanın her yerinden insan geliyor o yüzden fiyatımız yükseldi yanıtını verdi. Bende malesef o fiyata kalamam dedim. 2 geceliğine 40€ verebilirim en son dedim. Adam da en son 50€ olsun dedi. Ben de bana yaşattığı o yanlış tıklama olayını ona ödetme konusunda kararlıydım ve yüzsüzlükte son noktalara kadar ulaştım. Adam 55’den en sonunda 50-45-43-42 derken 40€’ya razı oldu. Ya da daha doğrusu razı ettim. :) Hatta bi ara o zaman ben gidiyorum bile dedim. Neye güvenerek dediysem artık. Sonra girişimi yaptık, eşyalarımı odaya yerlleştirdim ve hemen yattım.



Sabah danışmadan haritayı aldım ve planı yapıp gezmeye başlayacaktım ama Venedik’in merkezine gitmeniz için yaklaşık 10 km.lik bir köprünün üzerinden otobüsle gidiyorsunuz. Bu durumda yani risk alıp biletsiz bineceksiniz ya da bilet derdine düşeceksiniz. Ben de riski sevdiğim için 2 gün boyunca biletsiz bindim ve herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Kaldı ki benim gibi çoğu turist de biletsiz biniyor. İlk günün akşamında şehir kayboldum ama sağolsun Senegalli Müslüman kardeşlerimin yardımıyla hostele sağsağlim varmıştım. Bu kısmı anlatmıyorum çünkü çok uzun sürecektir.

Aslında Venedik’te haritaya bile ihtiyacınız olmayabilir. Çok küçük bir yer bu şehir ama görülmeye değer. Dünyada görebileceğiniz farklı şehirlerden birisi. Benim ise bu şehirle tanışıklığım Assasins Creed oyununa dayanıyor. Oyunda gördüğüm o yerleri gerçek hayatta görmek gerçekten çok hoş oldu.










 







İlk gün şehri bitirmiştim. Aslında dediğim gibi zaten ufak bir şehir. İkinci gün ise tekrardan şehri bir dolaştım ve belki ıskaladığım bir yerler olabilir diye tekrardan baştan sona gezdim. Şehirdeki Türk “pizza ustaları” da ayrı bir olay.







Budapeşte’ye dönüş uçağım 16:30’daydı ve şehir merkezinden havaalanına giden shuttle ise 7€’ya sizi oraya götürüyor. Yaklaşık ulaşma süresi ise 45 dakika. Venedik’ten Budapeşte’ye dönüş ise 2,5 saat sürdü ve sorunsuz bir şekilde eve ulaştım. Bu 12 günlük macera bana bir daha yaşamayacağım sayısız deneyim katmıştı ve anlatacak birsürü de anı.



Bu yazımı burada noktalıyorum. Umarım okurken sıkılmamışsınızdır. Bir sonraki yazımda Roma-Paris-Krakow gezimden bahsedeceğim ve bu da gezi yazılarının sonuncusu olacak. Görüşmek üzere hoşçakalın.



13/07/2013 -17:08
Isparta



4 yorum:

  1. Çok güldüm yazıyı okurken ya harika olmuş :) Bu arada Milano'da keşke 1 gün Como'ya gidip gelseydiniz :) Biz Milano'da toplamda 3-4 saat gezip ardından Como'ya geçmiştik, ki 3-4 saat bile çok gelmişti :)

    YanıtlaSil
  2. Google'a "Milano'da gezilecek yerler" yazmayınca böyle olmuştu bende. Siz araştırarak gitmişsiniz ne güzel. Bi dahaki sefere demek isterdim ama söz konusu Milano olunca hayır diyorum. :)

    YanıtlaSil
  3. Vallahi sizin kadar gamsız bi gezgini daha okumadım desem yeridir. :D Ama Allah'ın sevgili kuluymuşsunuz ki Allah hep yardımcınız olmuş. Bu arada Kurtuba Camii'nde ücretsiz saatleri duyunca üzülmedim değil. Çünkü biz her ne kadar kadetrale çevrilse de camii göreceğiz umuduyla kişi başı 8 euro ödeyerek girdik ve beklentilerimiz gerçekten boş çıktı :D Katedral deseler kimse gelmeyecek, millet doymuş katedrale. Mezcit diye turistlere yutturuyorlar. Bi de parayı vereni içeri alıyorlar. İçerisi taşma noktasına gelsede kimsenin umrunda değil. Adamlar basıyorlar bileti 8eurodan :D En azından El Hamra'da sarayın içine girişte belli bi düzen vardı. Ama şunu da söylemeden geçemiyeceğim 3 ay sonra ilk defa Cordoba'da duyduğum ezan sesini hiç bir şeye değişmem.

    Aslında daha bir sürü yazacaklarım vardı da gözlerim kapanıyor uykusuzluktan. Cümlelerimde düşüklük varsa affola. Selametle :)

    YanıtlaSil
  4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil